18 Aralık 2009 Cuma

DÖNÜŞ SANCISI(deneme)


“Adapazarı’nı terk etmek lazım kısa süreli, hatta ara ara. Çünkü insan uzaklaştığı zaman anlıyor kıymetini. Tabi burada kastım memleket. Kastım castım, castım kastım. Şu ingilizcenin dilimize etkisine bak. Nereden de takıldım buna.” Diye düşünürken cep telefonum çalmaya başladı. Aha! İşte duymak istediğim ses buydu. Telefondan gelen bu ses anında sıyırmıştı beni bu düşüncelerden. Sıyrılmakla ayrıca bi acayip oldum. Hani aklıma gelmişken söyleyim; lunaparklarda olur ya! Gondol aşağıya doğru inerken bir hoş olur insanın içi, yüreği kalkar adeta! Hele hele içindeysen! İşte buna benzer bir heyecan oldu bende. Aslında telefonun her an çalacağını biliyorum. Biliyorum ama başka başka düşüncelere dalınca olacağı buydu. Bir irkilme idi benimkisi. Belki çok önemli değildi kimilerince ama o an zihnimde bunları düşünüyordum. Nihayetinde telefonum çaldı ve kendime geldim.
Açıkçası dayıoğlundan haber bekliyordum. Ya olumlu ya da olumsuz bir haber! Dayıoğlu arasa iyi olurdu benim için. İyi ya da kötü merakım biterdi. Aramasa da olur. Arasa bi türlü aramasa iki türlü. İyi-kötü. Yani bir bakıma iyi ile kötü mücadele ediyordu içimde. İki zıt duygulu beklentinin içimde bu kadar zikzak çizmesi bana ayrı bir sıkıntı veriyordu. Acaba hangisiydi. İyi haber mi, kötü haber mi?
Kendime geldiğimden bu yana ilk mantıklı düşünebildiğim şey buydu. Acaba dayıoğlu mu aradı? İnşallah o aramıştır. Acaba ne diyecek?
Ani bir hareketle uzandığım yerden doğruldum ki; Aman Allahım!  Belimde hafif bir acı. Yine gaflette bulunmuştum. Birden kalkmıcaktım işte! Neyse ki hafif bir acıydı. Gerçi o an fazla bir önemi yoktu bunun. Çünkü çok daha önemli bir mesele vardı benim için. Kaç saattir ben bu telefonun çalmasını bekliyordum. Ve şimdi belimin ağrısıyla mağrısıyla uğraşamazdım açıkçası.
Cep telefonumu en son uzanmadan önce başucumda ki rafa bıraktığımı hatırladım. Ve elimi telefona uzattığımda ikinci çalma sesini veriyordu. Biraz da sanki geç kalmışlığın verdiği panikle hemen telefonu elime aldığım gibi ekranına baktım ki, fıtrattandır ekrana bakmak. Bakmamak için de zorlamamak lazım. O ne? Ekranda başka bir numara var. Şaşırdım kaldım! Şaşkınlıkla beraber esasında beklediğim telefonun numarası değildi bu. Daha açık bir ifadeyle dayıoğlu ibaresini bekliyordum ekranda ben. Haydaaa! Hayır, hayır! Kesinlikle bu numara farklı bir numaraydı ve ben bunun kime ait olduğunu bilmiyorum! Fakat bunun fazla uzatmanın mantıklı almadığını düşünerek ben de herkes gibi aynı tepkiyi dile getirdim. “Allah Allah, kim bu yaa!”
Telefondan üçüncü kez çaldırma sesi geldiği an, ben de başparmağımla onay tuşuna basmıştım. Ben heyecanla aslında daha çok büyük bir merakla telefonu kulağıma doğru yaklaştırıyordum ki, tam bu sırada farklı bir sesle irkildim. Ama bu ses hiç te hayra alamet değildi. Bu ses hayatımda duyduğum en moral bozucu seslerden biriydi. Maalesef şarz cihazının bitiş sesiydi. Böyle bişiy olamaz yaa! Sırası mıydı şimdi bunun, bi bu eksikti! O an aklıma 2-3 gün önce, telefonu tam dolmasını beklemeden fişinden çıkarttığımın görüntüsü geldi. Allah kahretsin! Öyle bi kasmışım ki, anlık bir gevşemede fark ettim bunu. Alın kaslarım ağrıyordu resmen.
Belki arayan kişinin sesine yetişirim de, kim olduğunu anlarım diye can havliyle kulağıma yaklaştırdım telefonu. Böyle yapmalıydım ki kim olduğunu anlayayım. Ya kim olduğunu öğrenemezsem? Al başına başka bi dert daha. İğrenç bir durumdu.
Üst üste o kadar sinir bozucu olaylar yaşadım ki; yok arayacak yok aramayacak, ne zaman arayacak aradığında ne diyecek,ne demeyecek, şimdi bu arayan kimdi, neden aradı? Telefonumun şarzı bitecek zamanımı buldu, şarz biterse sonra ben ne yapıcam? Falan filan….
Sanki yılların yükü saniyelere serpilmişti. Ve ben kendimi yorgun hissediyordum artık.
“Alo,buyrun!” dedim biraz ürkek,biraz iyimser,biraz karamsar, biraz da meraklı bir ses tonuyla.
“Alo, ben Adapazarı’ndan---“dedi karşıdan gelen ses ve kesildi. Şarzım bitti, cep telefonum kapandı.
Aklıma gelen başıma gelmişti. Tatlı bir serinlik hissettim içimde.  Evet resmen cep telefonum kapanmıştı ama telefondan gelen o ses daha ben mahiyetini kavrayamadan vücudumun bütün iliklerine kadar işlemişti. Çünkü bu ses, O’nun sesiydi.

İki sene önce bir telefon görüşmesi:

(Titrek bir ses ve ağlamaklı bir ses)
-Seni unutmıcam!
-Bende!
(Uzun bir sessizlik ve derin bir nefes alıp vermeden sonra)
-Aramanı beklicem oldu mu?
-Bekleme nolur?
(Hızlı ama nazik bir çıkışla)
-Neden?
-Dayanamıcam artık!
(sessizlik)
-Dayanmalısın güzelim!
-……
-Şayet Adapazarı’na gelirsen beni ara tamam mı?
-Tamam.
-Söz ver bana?
-Söz.


Dünyanın durduğunu, zamanın akmadığını gördüm. Bunu nasıl yaptım bilemiyorum ama gerçekten durmuştu. Ya da anlık bir zaman, bana fazlasıyla uzun geldi. Evet evet, en mantıklısı bu. Bana biraz uzun geldi. Sadece O’nun sesi serseri kurşun gibi zihnimde dolaşıyordu. Benim  tek yapabildiğim; gözlerimi kısarak tebessüm etmek. Yapacak hiçbir şey yoktu artık bu saatten sonra. Kaç saattir beklediğim telefonun bir kıymeti kalmadı ki artık! Dayıoğlu büyük ihtimal “patron seni işe aldı” diyecekti. Yaşadığım bu gurbet şehrin de bir kıymeti kalmadı. Çünkü artık Adapazarı yolcusuyum. O sesi duyduktan sonra duramazdım artık. İki sene önce bana dar gelen ve sırf bu yüzden ayrılmak zorunda kaldığım yere geri dönüyorum. Sevgilime,sevdiklerime ve memleketime...!

Hiç yorum yok: