20 Aralık 2009 Pazar

ÖLÜMSE, GÜLÜMSE!(3)

Yaşlı adamın cansız bedeni yere düştü. Yarım metre sürüklendi. Ortalık bir anda karıştı ve civarda bulunan herkes cesedin başına üşüştü. Yaşıyor mu? Öldü mü? Kaldı mı? Aman Allah’ım! Eyvah eyvah!

Yalnız bütün bunlar yaşanırken; yere düşen yaşlı adamın, bankanın kapısında belirmesinden o ona kadar, onu adım adım izleyen biri vardı meydanda. Yaşlı adama gözünün önünde feci bir şekilde araba çarptı ve muhtemelen de adam öldü. Bu kötü ve acıklı bir görüntüydü. Ama parası hala çantanın içindeydi. Çanta da kaldırımla yolun kesiştiği yerde öylece duruyordu. Ufak bir vicdan azabı muhasebesi yaptı. Üzerinde fazla da düşünmek istemedi zaten. O karışıklıkta çantaya doğru yaklaştı, eğildi ve çaktırmadan çantayı yerden aldı. Hızla uzaklaşmaya başlamıştı ki arkasından gelen sesle kötü adam irkildi:        
– Adamın çantasını çaldı!
Bu sefer hızla koşmaya başladı kötü adam. Geri dönüş yoktu! Artık sahada kötü ile iyinin mücadelesi vardı. Kötülük önde koşuyor, iyilik de onun peşinde..!

-------------------

Yeni cami ile Orhan cami arasındaki bulvardayım. Gelip geçen insanlar, çocukların çığlıkları, gençlerin hararetli muhabbetleri, kenarda oturan sevgililer, yalnız takılanlar, ihtiyarlar, muhabbetler, arabaların gürültüsü derken bulvarın orta kısmında yer alan çeşmeye kadar geldim. Avucuma dökülen sudan nasibim kadarını içtim. Biraz da ıslak ellerimle adettendir diye saçlarımı şekillendirdim.  Az ileride satranç yerindeki kalabalığı fark edince hemen yanaştım. Baktım; erkek öğrencilerle kız öğrenciler satranç oynuyorlar. Etrafta benim gibi meraklı 3-5 kişi daha var. Ben de hemen valilik binasına bakan taraftaki banka oturdum. Bir yandan da oyunu çözmeye çalışıyorum. Hangi taraf üstün? Oyunun seviyesi nasıl? Taşların yerleri falan filan…
Tam oturdum derken, satranç yerinin karşı kenarında tanıdık bir sima ile göz göze geldim. Onu karşımda direkt görünce çok şaşırdım, yani ikimiz de afalladık! Yutkundum! Zihnimde sadece bakışmamız, bir de etraftan gelen sesler var. Aramızda satranç oynayan öğrenciler, kenarda oyunu takip eden meraklı insanlar yok. Sadece bakışmamız ve sesler var. Ben ilk hareket olarak kendimi geriye doğru çektim ve sırtımı yasladım. O da hemen arkasındaki banka oturdu.
Fazla değişmemiş suratı.  Lisedeyken aynı sınıfta okuduğum bir arkadaşımdı Kemal. Hikaye uzun tabi. Tam 12 sene önce onun yüzünden hocadan dayak yemiştim. Mesele küçük gibi durabilir ama benim için son derece derindi. Kemal bu olay yaşanırken Almanya’ya gitmişti bile. Ben de ahdetmiştim; “Ulan! Bir gün sırf bu yüzden Almanya’ya gidip onu bulacak ve bir güzel dövecektim.” ve şimdi Allah karşıma çıkarttı.
Gözlerimizi birbirimize dikmiş sadece bakışıyoruz. Başka hiçbir tarafa bakmıyoruz. O sağ dizini inceden inceye sürekli bir şekilde titretiyor bu arada. Bu hali beni rahatsız etti.
Kemal’le aynı zamanda komşuyduk ta o yıllarda. Almanya’ya gittikten kısa bir zaman sonra ailesi Serdivan tarafına taşındı. Bir bakıma iyi de oldu bu durum. Çünkü aileler arasında da sürtüşme olmuştu. O gün bugün sadece babasını birkaç kez gördüm. En son belediyeden emekli olduğunu öğrendim. Fakat her ne hikmetse Kemal’i bir daha görmek nasip olmadı. Ama şimdi karşımda!
Kemal’le bakışmamız eskiden onunla yaptığımız o derin muhabbetleri hatırlattı bana. Çok samimi değildik. İkimiz de samimi olmamamız gerektiğini bilirdik çünkü anlaşamazdık. Bunu ikimiz de biliyorduk. Ne çok iyiydik, ne çok kötü. Belirli bir seviyede tuttuk ilişkimizi hep. Biz sadece fikirlerimizi çarpıştırırdık. Hem ciddi konularda hem de sulu konularda. Durum böyleydi.
Bizim ilişkimizin adını ben “serin ilişki” koymuştum. Bazen aylarca konuşmazdık. Yeri gelir sadece bakışırdık. Bakışırken düşünürdük. Düşünürken de zihinlerimizi okumaya çalışırdık. Ve hep bir sonraki hamlemiz ne olacak diye hesap yapardık. Bu sebepten uzun uzun bakışmalara alışığız. Bezen de ciddi ciddi oturup konuşurduk. Bir keresinde bir konuyu bahane ederek 2 saat onu meşgul etmiştim. Sonradan anladı; kız arkadaşının onu bu yüzden okul bahçesinde yarım saat beklediğini. Çok kızmıştı bana. O olaydan iki gün sonra okul müdürünün odasından dolma kalem çalındı. İşin kötü tarafı ortalıkta benim odaya girdiğim konuşuluyordu. Odada bana ait bir de kitap bulundu..! Bayağı bir hesaba çekmişti beni müdür.
Biz de oyuna düşürmek ve oyuna düşmek vardı. Kural buydu. Ama asla şikayet yoktu. Sadece olaydan sıyrılmaya bakardık. Aslında bizim bu dalaşmalarımızda bile bir seviye vardı. Bir bakıma sanat icra eder gibi oynamaya çalışırdık. Yani ne kadar kusursuz bir plan yapıp uygularsak o kadar keyif alırdık. Bunun gibi muzırlıklar işte. Hayret! Şimdi muzırlık dediğim şeyler o zaman bizim için bir hayat tarzıydı!
Konuşurken her an bir tehlike beklerdik birbirimizden. Konuşmuyorken de… İlişkimizin boyutu bundan ibaretti. En son ona yaptığım şaka benim dayak yememe sebep oldu. Aslında kuralı o bozdu. Ve en başta işi şiddete götüren de o idi. O, Almanya’ya gitti ve olan bana oldu.
Şimdi asıl meseleye gelince; 12 sene önce kendi kendime verdiğim bir söz vardı. İşin içinde plan milan yoktu. Direkt gidip bir güzel dövecektim Kemal’i. Fakat ben Kemal’in gözlerine bakarken tam 12 sene önce taşıdığım o ateşi kendimde göremedim ki! Zamansız yakalandım galiba. Üzerinden yıllar geçti. İşin pis tarafı da buydu işte. Her şey zamanında..!
Muhtemelen ben bunları düşünürken oda aynı şeyleri düşünüyor. O da gayet iyi biliyor işin içinde şiddetin olabileceğini. Bu sebepten fazla tepki gösteremez. En azından göstermemeli. Ama aradan geçen yıllar var. Bu faktörü de unutmamak lazım. Artık büyümüş ve olgun insanlar sınıfındayız ne de olsa. Onun da çoluk çocuğu vardır Allah bilir. Belki de eski kurallara göre oynamayabilir. Şimdi iş şiddete varırsa o da bana karşılık verecek. Niye vermesin ki? Almanya’da geçirdiği yıllar onu kısmen de olsa değiştirmiş olabilir. Onun da bana tepki vermesi durumunda -ki büyük ihtimal- iş kötü bir hal alabilir. Bunu ikimiz de istemeyiz. Yok, sıvışmayı denese buna ben razı olmam zaten. Ama bir ihtimal!
Ben bunları düşünürken kesinlikle o da kendine göre bir şeyler düşünüyor. Benim ona olan kızgınlığımı, artık olayın mazide kalması gerektiğini, bu işten nasıl sıyrılacağını ve hatta beni tekrar nasıl tongaya düşüreceğini bile hesaplıyordur. Ama o hâlâ dizini titretiyor. Ya stresten ya da beni mi rahatsız etmek istiyor? Eskiden böyle bir hareketi yoktu onun. Ya da başka bir sıkıntısı var.
Yoo! Hayır! Dövme fikri hiç içime sinmedi. Bunu isteseydim yapardım ama bilemiyorum! Yıllardır içimde beslediğim o his bana bir anda itici geldi. Ben büyüdüm de dövme fikri çocukça düşünülmüş bir söylemden mi ibaret kaldı? Zaten şimdi çok komik kaçar. Yani çok saçma durdu bu fikir.
Geçmişte yaşanan o olaydan sonra şimdi kalkıp da elimi kolumu sallayarak çekip gidemem ki! Ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım da 12 sene önceki hamlenin karşılığını güzel bir hamleyle bitirmeliyim! Fazla zaman yok! Çünkü zaman geçtikçe psikolojik avantaj ona geçiyor. Bir şeyler yapmalıyım artık! Ya da! Ya da hiçbir şey yapmamalı mıyım?
Kemal’in gözlerine iyice baktım. “Ulan ben sana ne yapayım” der gibi. Zannedersem ne demek istediğimi anladı. Ya da anladığını zannettim.
Aslında az önce yılların onu nasıl değiştirdiğini düşünürken, şimdi de asıl yılların beni nasıl değiştirdiğini anladım. Evlilik, çocuk, iş hayatı, yaşın ilerlemesi vs. bütün bu duygular mıydı beni frenleyen ve değiştiren?
Kendimde bu duraksamayı gördüğüm için yapacak fazla bir şey kalmadı anlaşılan. Ben bu işten vazgeçiyorum! Bir anda sıkıntı bastı üzerime! Nasıl olduysa bir anda sıyrıldım olaydan. Tekrar önümde satranç yerindeki öğrenciler belirmeye başladı. Gelip geçenler, orda durup oyuna bakanlar, arabaların sesleri…
Evet! Kararımı verdim. En doğrusu bu! Hiçbir şey yapmadan gideceğim. Muhtemelen şaşıracak. Buna eminim. Çünkü böyle bir hareket onun hesaplarına göre yapabileceğim en son harekettir. Böylesi daha iyi! Son olarak gözümün ucuyla satranç taşlarına baktım. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettim. Bu tavrım bu oyunun son hamlesi oldu bana kalırsa. Fakat bu oyunun sonunda kim kazandı kim kaybetti henüz anlamış değilim. Ve bunun sonucunda Kemal ne düşünür onu da açıkçası tam olarak kestiremiyorum. Amaaaan! Ne olursa olsun!  Ortada şah çekende yok, mat olanda! Sadece ben isteksiz olarak beyaz bayrak kaldırdım. Doğru mu hareket ettim yanlış mı? Büyük olasılıkla yaptığım doğru bir hareketti. Öyleydi öyleydi…
Canım çok sıkıldı şimdi. Biraz yürüdüm. Arabaların döndüğü yere geldim. Tam köşedeki sedir ağacının önündeyim. Karşı taraftan gelen sesle irkildim:
-Durdurun şu adamı. Hırsızı yakalayıııın!
Yolun karşısında kötülük, onun arkasında da iyilik vardı! 

Hiç yorum yok: