18 Aralık 2009 Cuma

GERÇEK AŞK; KABUL GÖRÜR

Bir varmış bir yokmuuuuuş, zamanda yolculuk çokmuş. Bir zamanlar öyle güzel bir ülke varmış ki eşi ve benzeri daha dünyada görülmemiş, duyulmamış, okunmamış. Öyle güzel öyle güzelmiş ki; namını duymayan, duyup da gelmeyen, gelip de hayran kalmayan yokmuş. Asma bahçeleri, sahilleri, yazlıkları mı desem; tepelerini, kale lerini mi söylesem; keçilerini, evlerini, camilerini de mi eklesem? Ne söylesem de bunca laf; hayal şöleninden ibaret. Biz; en iyisi "gidip de görmek lazım azizim" diyelim amma bizden geçmiş ola. Bizi bi kenara bırakın da böyle güzel bir ülkeyi kimler görmek istemez ki? Gelenin gidenin haddi hesabı yokmuş efendim. Dünyanın dört bir yanından turistler geliyormuş. Bi gelen bi daha geliyormuş. Doymadı bi daha geliyormuş. Olmadı bi daha geliyormuş. Bıktırana kadar yani! Turistler gelip ülkeyi baştan sona geziyorlar, tarihini öğreniyorlar, insanlarını tanıyorlar hem de döviz bırakıp ülke ekonomisine katkıda bulunuyorlarmış. Bu vesileyle esnafın işleri de pekiyiymiş. Eeeeh! Bu minvalde esnafın da yüzü gülünce işverenin de, işçinin de yüreği gülüyormuş. Ülkede istikrar mükemmel düzeydeymiş. Bütün ülkelerle interneşınıl ilişkileri müspet olduğundan; barış içinde olan bu ülkenin neredeyse hiçbir derdi yokmuş. Güllük gülistanlık sizin anlayacağınız. Hülasa; bu ülke yaşanmaya değermiş.
Bu güzel ülkenin insanlarına gelince orada durun işte! Sanki Allah bütün iyi kullarını bu ülkede toplamış. Kendi aralarında olsun başkalarıyla olsun iyi geçinirler, yardımlaşırlar ve hiç kimse hakkında da kötülük düşünmezlermiş. Birinin bir derdi olsa hepsi üzülür; hepsi üzülürse mutlaka biri güldürürmüş. Bi keresinde ne olmuş biliyor musunuz? Halktan biri çok zor duruma düşmüş. Oradan buradan borç almış. Hatta bankadan bile para çekmiş ve onları vakti gelince ödeyememiş. Git gide durumu daha da kötü olmuş sonra perişan olmuş, ele güne karşı mahcup olmuş, kimselerin yüzüne bakamaz olmuş. İstatistiklere göre de dört kişilik bir aile standartlarında; önce fakir, kısa bir süre sonra da açlık seviyesine düşmüş. İçine kapanmış, toplumdan uzaklaşmış, kendini karamsarlığa itmiş, terapilere merapilere gitmiş, böyle biraz gelmiş gitmiş derken bu durum ahalinin gözünden kaçmamış tabi ki. Demişler ki "Bakın ahali; bu durum bize hiç yakışmıyor. En iyisi herkes kesenin ağzını açsın, birkaç kuruşunu alsın, çoğu yine kendisine kalsın, birimiz de bu paraları toplasın, sonra bunları alıp şu fakire ulaştırsın." İnanır mısınız o zavallı adam bi anda neredeyse o paralarla ülkenin en zengin insanı haline gelmiş. Ve kendisine yapılan bu iyiliği hayatı boyunca da hiç unutmamış. Eee, düşünsenize! Bu insanlar böyle iken nasıl iyi olmasınlar. Daha bunlar bişey değil ama uzun lafın kısası; bu ülkenin insanları çoooook mutluymuş!
 Böyle bir ülke olurda padişahı hiç olmaz mı? Daha onun gibisi bu dünyaya gelmemiş. Adil, merhametli, sevecen, vakarlı, hoş sohbet, sevilen, sayan, mert, güçlü, dirayetli, akıllı, anlayışlı, kabiliyetli, vizyon sahibi, ilim sahibi, din sahibi, hoşgörülü, teknolojiyi yakından takip eden, internetten istifade eden,uzay çalışmalarına sarayın hazinesinden her yıl yüzde 5 ayıran biri imiş ama en önemlisi her gün 1 saat spor yapar, müzikle yakından ilgilenir ve ayrıca uzak doğu sporlarını pörfek düzeyde bilirmiş. Size bişey söyleyim mi? Bütün bunlardan da önemlisi o halktan biri imiş. Herkes ondan, o da herkesten memnunmuş. Bir Allah’ın kuluna haksızlık ettiği görülmemiş daha. Allah nazardan saklasın tüm ülkelerin liderleri bu padişahı kıskanırlarmış. Eeeh! Tabi o ülkelerin insanları bişey oldu mu "Bak işte sen böyle yapıyorsun ama o güzel ülkenin padişahı böyle yapıyomuş, sen de onun gibi yapsana, sen de onun gibi olsana!” dedikleri için onlar da hem kıskanırlar hem de kızarlarmış ama yine de çok severlermiş. Şunu diyebilirim; padişah sevmiiiiiiş, sevilmiş!
 Padişahın da bir kızı varmış ki sormayın! Anlatmaya kalksam saatler, günler yetmez; dinlemeye kalksanız aylar, yıllar kesmez. Bal tatlısı, bülbül şakısı, gülün yarısı, gönül yarası.  Dillere destan gönüllere mestan. Onun bir bakışı, gözlerinin yakışı, yüreğine akışı, yok kimsenin öyle kaşı.  Zannedersiniz ki hurilerin dünya versiyonu..vs vs. Padişahın kızı böyle güzel olur da kimler talip olmaz ki? Çok talibi çıkmış; çıkmış ama gönül işi bu! Gönül sevmeyince zorla da olmaz ki! Hem belki bir sevdiği var! Belki gerçekten seveni var. Dünya döne dursun, zaman aka dursun, padişahın kızı bekleye dursun.
 Hal böyleyken yani herkes bu rüya gibi ülkede mutlu bir şekilde yaşarken; günün birinde, ayın ikisinde, senenin üçünde, bu güzel diyarda bir günün sonuna daha geldiklerinde hepsi gülerek ayrılmışlar ve evlerine çekilmişleeeeeer! O gece herkes her zaman olduğu gibi mutlu bir şekilde yataklarına yatmış. Sabah kalktıklarında ise onları çok sıkıntılı günler bekliyormuş. Öyle ki daha gecesinden sıkıntı hepsine vurmuş. Kara bulutlar gökyüzünü; sis bulutları da yeryüzünü kaplamış. Ormanlardan garip sesler geliyormuş. Hayvanlar normal dışı tavırlar sergiliyormuş. Kurbağalar vıraklıyor, yarasalar uçuşuyormuş. Şimşekler çakıyormuş hemen, 3-4 saniye sonra da sesi geliyormuş. Ortalık tamamen gerilmiş. Kimse rahat bir şekilde uyuyamamış. Bi o yana bi bu yana dönüp durmuşlar. Sabah olmamış onlara. Saniyeler saat olmuş. Saatler gün olmuş bu güzel ülkenin insanlarına. Nihayetinde sabah ezanlarıyla yataklarından kalkmışlar yorgun argın.
 O gün herkes öğleye kadar büyük bir tedirginlik içinde beklerken, saraydan kötü haber tüm ülkeye yayılmış dalga dalga. Padişahın kızı hastalanmııış! Padişahın kızı hastalanmııııış! Padişahın kızı hastalanmıııııııış!...(böyle dalga dalga)
-Ne?
-Padişahın kızı mı hastalanmış?
-Evet! Padişahımızın kızı hastalanmış.
-Demeee! Aman Allahım! Napıcaz şimdi?
-Duydun mu? Padişahın kızı hastalanmış?
-Vah,vah! Buda mı başımıza gelecekti!
-Ne oldu bacım?
-Duymadın mı? Padişahımızın biricik kızı hastalanmış!
-Ne diyorsun sen?
-Padişahımızın biricik kızı hastalanmış dediydim!
-Ha!
 Bu  güzel ülkenin bütün insanları ah vah etmişler, ellerini dizlerine vurmuşlar, bir deniz göz yaşı dökmüşler ama nafile. Padişah ise bir anda on yıl daha yaşlanmış sanki. Saçlarına ak düşmüş. Padişah çok severmiş kızını. Elinden gelse canını verirmiş. Padişah hemen ferman buyurmuş ve ülkenin ileri gelen tabipleri tez soluğu sarayın kapısında almışlar.
 Önce padişahı teselli etmişler.
 -Aman padişahım! Yaman padişahım! Bari siz yapmayın. Böyle kendinizi koyvermeyin. Kızınız sizi bu halde görse daha mı iyi olur? Siz kendinizi üzmeyin, biraz daha sabırlı olun, gönlünüzü ferah tutun. Hem her hastalığın bir çaresi vardır. Hepimiz bu dertten kurtulacağız inşallah. Demişler ama baba yüreği bu, bi yere kadar.
Neyse, doktorlar padişahın kızını görmeye gitmişler. Odadan içeriye girmişler, bir de ne görsünler; padişahın kızı öylece duruyormuş. Şaşırmışlar!
-Padişahım, yürü git işine yah! Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? Hani bu kız hastaydı? Bak öyle duruyo işte!
- Ya olum, siz hasta mısınız? Kızım hasta olmasa ben sizi buraya kadar niye getirteyim. Bu kızcağızım böyle duruyor. Başka hiçbir şey yapmıyor. Ben günlerdir niye bu haldeyim sanıyorsunuz, niye anlamıyorsunuz beni?
Meğerse padişahın kızı sanki donup öylece kala kalmış. Başka bir alemdeymiş yani. Hayatla hiçbir ilişkisi kalmamış. Doktorlar ellerinden geleni yapmışlar ama nafile. Padişahın kızında hiçbir değişiklik olmamış. Sonra dünyanın en iyi doktorları da gelmiş saraya. Geceli gündüzlü tedavi etmişler ama padişahın kızı hep aynı kalmış.
Padişahın kızı günden güne zayıflamaya başlamış. Rengi solmaya başlamış. Ya babası napsın? Koskoca padişah perişan olmuş. Artık onu görenler tanıyamıyormuş bile. Bu güzel ülkenin insanları ise kahrolmuşlar. Napacaklarını şaşırmışlar. Ne hocalara gitmişler ne türbelere gelmişler, daha neler neler! Bütün dünya basın yayın organları padişahın kızından bahsediyormuş. Dünya kamuoyu bu konuya kilitlenmiş. Tüm insanoğlu bu acıyı paylaşıyormuş. Hatta uzaydan bile garip garip mesajlar geliyormuş. O denli yani!
Öyle bir an gelmiş ki, padişah bütün umudunu yitirmiş. Kızını çok seven padişah artık kızının bu halini kabullenmek zorunda kalmış. Aradan günler aylar geçmiş derken tam bu mevzu unutulmaya yüz tutmuşken sarayın kapısına ak saçlı, beyaz sakallı, nur yüzlü, entel gözlüklü bir ihtiyar gelmiiiiiş. Tak! Tak! Tak!
-Kim o?
-Kapıyı açta bak!
Bir anda herkes de bir umut ışığı belirmiş. Hemen kapıyı açmışlar ve bakmışlar ki; gerçektende; ak saçlı, beyaz sakallı, nur yüzlü, entel gözlüklü bir ihtiyar.
-Ben; padişahımızın, kızının, hastalığının, çaresinin kimde olduğunu biliyorum.
Hemen muhafızlar padişaha haber vermişler. Padişah da; bu ihtiyar için hemen gelsin demiş. Muhafızlar hemen gidip ihtiyarı çağırmışlar. İhtiyarda hemen padişahın huzuruna çıkmış. Padişah da hemen konuya girmiş. İhtiyar da hemen:
-Sarayınızdaki hapishane bölümünde hiç suçlu var mı?
-Hayır,yok!
-Emin misiniz?
-Elbette eminim. Ama biri var. O da suçlu değil.
-Nasıl yani?
- İki sene önce geldi sarayıma. "Ben burada kalacam" diye tutturdu. Olmaz dedik, öyle dedik böyle dedik anlamadı. Biz de ona o zaman burada kal dedik. O da kabul etti. O gün bugün hep ordadır. Arada bir çıkar, gezer sonra yine gelir. Son bi kaç gündür yine yok ortalıklarda. Kim bilir nerdedir şimdi? Deli midir, veli midir onu da anlamadım yani!
-Padişahım! O adamı bulun!
-Sebep?
-Çünkü;dün akşam rüyam da  siyah saçlı, kara sakallı, nur yüzlü, güneş gözlüklü bir adam gördüm. Bana  "Sarayda bir suçlu var. Git padişaha ve O adamı bulun de" dedi. Zannedersem, kızınızın durumuyla alakalı.
Der ve çıkar gider. Bir daha bu ak saçlı, beyaz sakallı, nur yüzlü, entel gözlüklü ihtiyarı bi Allahın kulu görmemiş.
Tez padişah hemen ferman buyurmuş. Ülkenin dört bir yanında, iki senedir sarayın hapishanesinde ikamet eden esrarengiz adam aranmış, taranmış ve saraydan 1054 km uzaklıkta, bir pirefabrikte bulunmuş. Hemen muhafızlar olayı kısaca anlatmışlar ve adamı götürmek istemişler, ama adam:
-Ben gelmem. Gidin padişahınıza da benden selam söyleyin. Hasta olan kızını da alsın gelsin yanıma.
Muhafızlar hemen yollara düşmüşler ve padişahın huzuruna çıkmışlar. Olayı padişaha özetlemişler. Padişah:
-Başlarım lan bu işe demiş. Kim kime emir veriyor. Tez getirin onu buraya.
Muhafızlar tekrar yollara düşmüşler, varmışlar adamın yanına. Adam bu sefer de:
-Ben gelmem. Dedim size. Şayet padişahımız kızının iyileşmesini istiyor ise gelsin. Şayet gelmezse kendi bilir. Canı isterse!
Zavallı muhafızlar iki arada bir derede kalmışlar. Ama bütün bu olanların padişahın kızı için olduğunu bildiklerinden riski göze alarak yine yollara düşmüşler ve padişahın huzuruna çıkmışlar. Olayı padişaha özetlemişler. Padişahta önce;
-Yapma yaah! Ben şimdi onun..diye aklından geçirmiş ama sonrasında düşünmüş ki ve anlamış ki bu iş olacak gibi değil:
-Bu işte bi hikmet var. Demiş.
Bütün yol hazırlıkları başlamış. Her şey hazırlanmış ve padişah kızını da yanına alarak devlet erkanı ve garibim muhafızları ile hemen yollara düşmüş. Günler sonra, bir gün batımında, güneşin kızıllığında bu adamın kaldığı yere varmışlar. Adam padişahtan özür dileyerek konuya girmiş:
-Padişahım! Sizi buraya kadar getirtmemin sebebi şudur: Kızınız sarayınızda büyüdüğü için biraz nazlı büyümüş anlaşılan. Her istediği ayağına gelen biri için doktor da aynı şekilde ayağına gelirse fazla bi mana taşımaz. Ama şimdi kızınız farklı bir muameleyle karşılaştığı için daha sağlıklı bir tedavi ortamı sağlamış olduk. Bilmem tam olarak anlatabildim mi?
Bu açıklama padişahın aklına yatmış. Ve başlamışlar beklemeye. Bu esrarengiz adam padişah da yanındayken kızını tedavi etmeye başlamış. Saatlerce bakmış, bakmış, bakmış ve sonunda padişahın da gözü önünde kızının yanağına bir tane patlatmış. Herkes çok şaşırmış. Ama işte tam o an; padişahın kızı gözlerini açmış. Önce ağır çekimde sağa bakmış sonra sola bakmış ve tekrar gözlerini kapatıp eski haline dönmüş. Padişah yerinden fırladığı gibi kızına sarılmış. Hüngür hüngür ağlıyormuş koskoca padişah:
-Kızım.Yavrum. Bitanem. Çiçeğim. Ne olursun kapama gözlerini, aç o güzel gözlerini. Bak bana. Yavrum benim!
Esrarengiz adam:
-Padişahım! Sizin kızınız aşık.
-Ne? Aşık mı? Yani bunca zaman benim kızım bu sebepten mi bu haldeydi?
-Evet.
-Ulan ben şimdi bu kızı dövmem mi? Demiş ve o hırsla kızının suratına bir tane de o patlatmış.
-Yahu kızım! Niye söylemedin bana? Niye? Niye? Niye?
Padişahın kızı babasından yediği bu tokatla tekrar gözlerini açmış ve :
-Babacığım! Ben aşık değilim ki?
-Ya! Nesin ki? Kızım aşık değilsen neden bu haldesin?
-Babacığım! Babacığım! Bu masalın yazarı var ya!
Demiş tekrar gözlerini kapatmış. Babası yine var gücüyle bi daha kızının yanağına patlatmış ki bağlantı kopmasın. Kız bu sefer tekrar gözlerini açmış. Padişah:
-Kızım! Yavrum! Bitanem! Çiçeğim! Ne olursun kapama gözlerini, aç o güzel gözlerini! Bak bana! Yavrum benim!
-Babacığım! Babacığım! Bu masalın yazarı bana aşık. Ben O’nun aşkından bu hallere düştüm. Olay bundan ibaret!
-Ne? Ne demek kızım; “bu masalın yazarı bana aşık?” Sen neden bahsediyorsun? Ne masalı, ne yazarı?
-Evet, babacığım! Beni bu hale getiren O’nun aşkıdır.
Der ve bu sözler padişah kızının son sözleri olur. Akabinde gözlerini kapatır ve rolünü teslim eder. Ve bu sonu ölümle biten aşk; hayal tabutunda beynin kıvrımlarına defnedilir ve, ve sonsuza kadar devam eder. Nasıl oluyorsa!